Azerbaycanlı Don Juan

%20
260,00 TL
208,00 TL
*25,16 TL den başlayan taksitlerle!
Kategori
Stok Kodu
1010249
Çevirmen
Cumhur Turan
Kapak Tasarımı
Neslihan Bilge
Sayfa sayısı
352
Boyutu (cm)
13,5 x 19,5
İlk baskı tarihi
Ekim 2013
Baskı sayısı
1
İç baskı rengi
2 renk
Cilt tipi
Amerikan cilt
Kağıt tipi
Kitap kağıdı
ISBN
978-605-5452-56-8
Azerbaycanlı tarihi şahsiyet Oruç Bey, yazar Elçin Hüseyinbeyli’nin büyük büyük dedesidir ve Hüseyinbeyli dedesinin izini sürüp Azerbaycan’dan İspanya’ya uzanan tarihi yolculuğunun sonanda Don Juan karakterinin gerçekte büyük büyük dedesi Oruç Bey’in ta kendisi olduğunu ortaya koyuyor.

Hüseyinbeyli şöyle diyor:

“Bu konuda mütevazı değilim; okumakta olduğunuz eseri yalnız ben yazabilirdim. Varoluşlarımız bile artık birbirinin aynısıdır. Ama çehresi de yüreği gibi kurtlu ayvalara benzeyen nice insan vardır, ömrünün bırakın yirmi yılını, elli yılını da Don Juanlığa adasalar, hiçbir şey elde edemezler, zaten onlar doğduklarında yeteneksizliğe mahkumdurlar. Sonunda bana ayan oldu ki düşüncelerim hiç de boşuna değilmiş ve belki de ben Oruç Bey Bayat’ın torunuyum, daha doğrusu onun ardıllarından biriyim. İşte bu yüzden, Don Juanın hayatını öğrenmeğe başladım. Ve nihayet, o kerteye gelip çıktım ki benzersiz 'Don Juan' hikâyesini yazdım ve şimdiden onu okuyacak okurlara peşin, peşin söylüyorum."

Yiğitlik ve entrikalarla dolu aşk maceralarıyla, göz kamaştırıcı şeytani bır hikâye sizleri bekliyor...
Bu kitaba ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Aslında her şey sıradandı. Belki sıradandan da öte. İşte benim “Don Juan” olmam da böyle sayılmalı. Kuşkusuz her şey yalından kaosa doğru değişir. Akarsu, ırmak olur; ırmak, deniz; deniz okyanus…

Benim Don Juanlığım cinsel nesnelere doğru orantılıydı şimdi içinde yaşadığım zamanın prizmasından baktığımda da, Don Juan olmama neden çevrenin bana ilgisi olmuştur. Ben, belki de çocuk denilecek yaşta “Şam”daki vadilerin duldasında sınıf arkadaşıma arsız bir teklifte bulunurken de Don Juan’dım. Şimdi o kızcağız belki de çoluk çocuğa karışmış mesut bir ev kadını. Ama o yıllar her nedense erincini kızgın güneşler altına sermişti. Mutluluğu otu biçilmemiş tarlalarda; boydan boya sarı bozkırlarda, ıslak kumsallarda arıyordu.

Sonra bir yaz sevdası geliyordu (“Yavşan, Martılar”) ve ben babamın gen hafızasına girip, onun anneme olan sevgisini öğrenmek istiyordum. Sevgi alıştırmaları yapıyordum.

Güvercine yem atan bir kızın gül desenli yakasından görünen yupyumru göğüslerine ve sırlı apış arasına baktığım zaman da (“Gökyüzü bembeyazdı… Güvercin gibi”), ortaokulda Aybeniz’e kondurduğum hayali “ilk öpücük” anlarında da, kuşkusuz Don Juan’dım. Yalnız ilk kez dört dudak ve dört göz öğretmenimiz başımın üstünde durup, tırnakları manikürlü (tırnağının altındaki kiri demiyorum) parmağıyla kulaklarımı çekmişti, sonra elindeki kalemi başıma vurup, dudak altı “Don Juan” demişti. Sonunda ben bir “oyun” düşledim. Metroda giderken güvercin parmaklı, nar göğüslü bir kızı gözüme kestirdim. Ah, kadın göğüsleri! Erkekler onların dördünü istiyor: İkisi çocukluğun, ikisi gençliğin payına! (“Oyun”) sonunda yalan söylemeye başladım, güzel kadınlarla olan aşk maceralarımı her yerde, metroda, otobüste, gökdelenlerin tepesinde konuşmaya başladım (“Plagiat Don Juan”). Kim bilir, benim bu Don Juanlığım; 46 numara giyindiğim (‘ölçü’ sözünden hoşlanmıyorum) ayakkabıma yazılmıştı ve bu ayaklarım geleceğe şarkı diye, diye kendine sevgili arıyordu. O sevgili ki göz yaşları sele dönüp aksın (Erkekleri merhamete getiren göz yaşları!), yürüdüğünde etrafa yalnız ışık değil, hem de ıtır saçsın! (“Talihine Şarkı Söyleyen”).

Ayaklarım onu araya araya ‘güneş kız’ı buldu (“Güneş Kız”), sabahları onunla güneşin çıkmasını seyretmek istedi, ama hiçbir zaman bu isteğine ulaşamadı. Güneş o kızın yüzüne çıkmak istemiyordu, kızdan utanıyordu, kız güzeldi…

Yok, aziz, saygın, akıllı, sevecen, gönül kırıcı, at gözlüklü, acımasız ama her şeyi bilmeye can atan okuyucum, Don Juanlık sıradan, yaşama ilişkin bir sorun değil, o, felsefedir, o bir akademidir ve sizin gibi benim de Don Juanlık hakkında imgelerim anlamsız, gerçekten uzak şeyler sayılmalı. Daha Moskova’da öğrenciyken kendimi Oruç Bey Bayat’ın ardılı gibi kaleme aldığım, bizlerde “İranlı Don Juan”, Ruslarda “Don Cuan Persidskiy”, “ İspanyollarda “Don Ivan de Persia”, İngilizlerde “Don Juan of Persia” gibi tanınan yakışıklı bir bahadırın gen taşıyıcısı olmamla iftihar ettiğim, neşelendiğim zamanlarda bile Don Juanlığımın farkına varmamıştım, onu yalnız kadın yüreğini çalmaya alışmış iblis kılıklı birisi hesap etmiştim. Kütüphane salonlarında, yatakhanenin ve üniversitenin hamam kokusu gelen koridorlarında kendimden efsaneler masallar uydurmuştum. Kuşkusuz, bana inanıyordular, nedense herkes yalın ayak, dili ardına bakmadan koşan masalları seviyor, onun tılsımına, anaforuna kapılıyor. Efsanelerimin tanıkları da var, Tanrıya şükür ki sağ ve esenlik içindeler; dediklerime tanıklık ederler. Şimdi olmasa da, gelecekte onlar her kimse, benim hakikatlarıma inanacak. Çünkü ilginç, fantastik kurmacamdan hiç kimse vazgeçmek istemiyor ve onun gerçekliğine kendini inandırıyor. Bu konuda mütevazı değilim; okumakta olduğunuz eseri yalnız ben yazabilirdim. Varoluşlarımız bile artık birbirinin aynısıdır. Ama çehresi de yüreği gibi kurtlu ayvalara benzeyen nice insan vardır, ömrünün bırakın yirmi yılını, elli yılını da Don Juanlığa adasalar, hiçbir şey elde edemezler, zaten onlar doğduklarında yeteneksizliğe mahkumdurlar.

Sonunda bana ayan oldu ki düşüncelerim hiç de boşuna değilmiş ve belki de ben Oruç Bey Bayat’ın torunuyum, daha doğrusu onun ardıllarından biriyim. İşte bu yüzden, Don Juan’ın hayatını öğrenmeye başladım. Belgelerim, bulgularım, bilgilerim Oruç Bey’in torunu olduğumu kanıtlıyor. Boyum onun ki gibi uzun, gözlerim açık kahverengi, saçlarım siyah ve dalgalı. Ben de Batılı soylular gibi giyinmekten hoşlanıyorum. Mesela, istiyorum ki siyah frak, siyah eldiven giyineyim, başıma siyah silindir (melon) şapka takayım, baston taşıyayım. Doğrudur, Oruç Bey’in zamanında böyle şeyler yoktu. Onun için de yakası kırışık Wams (Kaftan) ve Braugette (Dizden yukarı pamukla doldurulmuş pantolon) giyiniyordu, başına da kask, ya da şapka koyardı, elinde baston yerine tabancası olurdu.

Her ikimiz oğlak burcundan ve öküz yılındanız. Belki, bizim yazgılarımızda ortak? Onu yalnız Allah bilir. Tanrının bildiğini hiç kimse bilemez, her şeyi yalnız yüce yaradan bilir, bizse onun yanında kendinden diyen yaz, bozcularız.

Romanı yazmak için yüz kadar eser okudum, onun için de kimi okur, benim romanımda benzer ve tanıdık ifadeler bulursa zinhar şaşırmasın. Ben masallardaki gibi karasinek kanadında dere geçmedim, yabayla çorba içmedim, kement atıp yüksek tepeler aşmadım, İsfahan’dan başlayarak İspanya’nın Valadolid şehrine kadar muhteşem bir yolculuk yaptım, bununla da Oruç babamın ruhunu şad ettim.O halde kimdi Oruç Bey? İspanyolların Don Huan adı verdiği İranlı (Azerbaycanlı) Don Juan. Bunu öğrenmek için acele etmeyin, çünkü ben de onu öğrenmek için telaş etmedim, sabırla onun ardından gittim, özgeçmişini anlamaya çalıştım. 400 yıl bundan önce Safevi devletinin, büyükelçiliğinin saygın memuru gibi (sefirliğin birinci kâtibi) İspanya’da kalmış ve sonradan kaybolmuş, onuruna şarkılar bestelenmiş, soneler yazılmış Oruç Bey’i Hersok Lerma, onun karısı Hersoginya Luiza, Kraliçe Margherita Avusturyalı’yla olan ilişkilerini araştırdım. Oruç Bey gerçekten mi? Düelloda öldürüldü, yoksa taş heykele dönmüş Komandorun gazabına mı uğradı? Belki beyaz elbiseli kardinallerin düzenlediği engizisyon mahkemesinin gadrine mi, uğradı? Şeytan ruhunu teslim aldığı için mi, ya da şeytana pabucunu ters giydirmek isterken mi, yok oldu? Neden Safevilerin korucu birliklerinin başı, çağdaş bir sunumla dersek tabur kumandanı, asilzade Oruç Bey, ansızın Saray’dan, kirvesi I. Şah Abbas’tan neden uzaklaştı? Tebriz kalesine açtığı hücumla anılmasa da, Ostende kalesine düzenlediği başarılı saldırıyla, gösterdiği kahramanlıkla Avrupa tarihinin hafızasına kazındı. Don Kaspar Espelata’nın işinde “un Persia no” (İranlı) ifadesi ona mı aitti? Castilla’nın göbeğinde Valadolid’de Tebriz halısının üzerinde oturmuş Oruç Bey acaba neler düşünüyordu? Ülkesinde yıllar evvel bırakıp, sonralar çıka geldiği karısı Arap kızı Fatimeyimi? Karagözlü oğlunu mu? Komandor’un dul karısı güzel Anna’yı mı? Yoksa bir millet, bir din, bir hâkimiyet ve bir kılıç ülküsünü elde bayrak gibi tutmuş ve Moriskleri mi? (Hıristiyanlığı kabul etmiş Müslüman) Öz yurdundan kovan saray ehlini mi? Saat meraklısı olan V. Karlımı yahut oğlu Don Carlos’u zehirleyip, tedricen ölüme gönderen II. Felipe mi veya Mehdi Ülya’yla aşk macerası yüzünden katledilmiş Adil Giray’ı mı? Bir bakıma, Oruç Bey’in yaşamını kuşatan bu insanlarla yazgısı da paralellikler taşımaktadır.

Ben bütün bunları yol boyunca, gezi süresince, metroda, otobüste, uçakta, yatağımın içinde, hatta uykularımda da düşündüm, korkunç taş heykeli de, Donya Anna’nın küçük mavi gözlerini de gördüm. Ve nihayet, o kerteye gelip çıktım ki benzersiz “Don Juan” hikâyesini yazdım ve şimdiden onu okuyacak okurlara peşin, peşin söylüyorum. Onları karşıda yiğitlik ve entrikalarla dolu, aşk maceralarıyla göz kamaştırıcı şeytani bir hikâye bekliyor…

Romanı yazmak için Oruç Bey’in gezdiği, düşüp, kalktığı, ağladığı, sevdiği yerleri görmeliydim. Onun için de işe ilk olarak Safeviler (Kızılbaşlar) diyarının bugünkü varisi sayılan, Avrupa’nın bir zamanlar Persiya gibi tanıdığı İrana gitmekle başladım. Astara sınırını geçtiğimde, kısa bir süre sonra başka ülkede olduğumu kavradım. Ululardan birisi demiştir ki dünya o mekândır ki orda her şey var. Burada 80 yaşındaki Jung’un aradığı “eski dünyanın” yanı sıra, yasaklarla zengin yeni dünya ve Oruç Bey’in bu yasakları adımbaşı bozmak isteyen ardılları (halefleri) vardı. Bilinen nedenlerden onların adını değiştirdim. Adlar ; insanları, varlıkları birbirinden ayırt etmek için koşullandığımız kodlar değil midir? Nitelikse değişmezdir. Bize nitelik gerekir, öyle değil mi, dostlar? O halde, âşık aldı sazı eline; bakalım neler söyledi!

Azerbaycanlı Don Juan Elinizde tuttuğunuz bu kitap, kendine has kültürü ve coğrafyası olan Karadeniz'in müzik kültürü üzerine yapılmış ayrıntılı bir çalışma. Karadeniz Müziğinin özelliklerinin incelendiği kitap, bu anlamda müzik literatüründeki bir eksikliği giderecek bir adım da atıyor. Volkan Konak, Davut Güloğlu, İsmail Türüt ve Hülya Polat gibi tanınmış sanatçıların albümleri gibi 60 albümde yer alan 696 eser üzerinde yapılmış geniş bir araştırma ve bu araştırmadan süzülen Atabarı, Koçari, Halide, Hey Gidi Karadeniz, Nurcanım gibi 27 popüler eser hem metinsel hem de müzikal anlamda analiz ediliyor. Müziği, özellikle de Karadeniz Müziğini sevenler için Karadeniz kokan bir kitap… 1010249
Azerbaycanlı Don Juan

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.